21 Ağustos 2011 Pazar

Hayatıma Yön Vermek

Her yazı yeni bir yenileniş benim için.
Yeni bir doğum. Eskiden beri adetim şu içimde öldürmek istediklerimi yazarım. İsyan etmem hayata, sadece yazarak bir şeyleri daha somutlaştırmak istiyorum. Çünkü insan iç sesinde Tanrısal ve bunu paylaşabiliyorsa o kadar insan gibi geliyor bana. Ayrıca o kadar da cesaretli oluyor kendini açıklayabilen biri. En azından deneyen kişi diyelim.
Duygularımızı yorumlamak o kadar zor ki aslında. Hepimiz o kadar soyut varlıklarız ki. Düşünsenize kendinizi görememe üzerine tasarlanan bir dünyada yaşıyorsunuz. Hep başkalarını görebiliyorsunuz, aynalarda gördüğünüz görüntünüz zahiri. Gerçek aslında hep tepetaklak ve acımasız. Kabullenmek ve devam etmek bir seçim. Aynı şekilde olduğunuz yerde saymak ve kabullenmemek de olası bu durumu.
Herşey göreceli, birini ne kadar sevdiğinizden ne kadar yerseniz doyacağınıza kadar. Tek bir cevap yok şu hayatta. Sorularınızı doğru hazırlamalısınız bir de, hee unutmadan doğru sorular soranlar düzgün cevaplar alırlar.
Mesela küçük çocuklara bakın, onlarla neden iyi anlaştığımı ve benimle iletişim kurmakta zorlanmadıklarını düşünürdüm hep. Sanırım biliyorum cevaplarını, çünkü onlar gibiyim. Soru sorabiliyorum hala, hala içimdeki çocuğu öldürmemişim ve anlıyorum onları. Mesela hala oyunlar yaratıyorum kendime, hala çizgi film izliyorum. Hala bağlıyım aileme, hala sulugözüm istediklerim yapılmayınca. Hala söz dinliyorum. Çocuk gibiyim aslında ve büyümek denilen kavram o kadar saçma ki. Ben zaten çocukken de çok büyük gibiydim. Bu benim karakterimdi ve büyüdüğümde değişen ben olmadım. Çevremde hep çocuk olanlar büyüdü, ben özümde fazla değişmedim. Zaten benim gibi çocuksu heveslerini öldürmeyen, hala saf, hala hayalci ve büyümenin gereklerini yerine getirip sorumluluklarının bilincinde olanlar hala hayatımda. Çok büyüyüp hayal kurmayı bırakanlar ve gereksiz bir şekilde hala çocuk kalmayı ve hiç ama hiç büyümemeyi seçenler ise hayatımda değil.
Beni dengesiz yapan işte tam olarak da bu, çok fazla nedeni var ama içimizdeki çocuğun dengesini sağlamak her zaman kolay değil. Elinden şekeri alınınca mızmızlanan çocukken çok istediği bir şeye sahip olamayınca mızmızlanan kız aslında hala aynı. Ne derler değişen biziz aslında. Biz değişiyoruz hem de hiç değişmeden aslında.
Değişim bu nedenle kaçınılmaz. Hayatımıza yön vermek istiyoruz mesela. Örneğin ben şu aralar en çok öğrenci olmayı istiyorum. Daha az sorumluluklarım olan bir dünyayı tercih etmek, eğlenmek, kendimi eğitmek ve bunu yaparken de biraz ehlileşmek. İçimde hep baskın olacak çekip gitme arzusunun korkusu ile ve aile bağımlılığı ile başa çıkmam gerekse de büyümem gerektiğini hissediyorum. Şöyle açıklanabilir durum ucunda çok güzel bir ödül olsa da bir şey yapmamayı seçmek. Ben gitmekten ve geri dönmemekten korktuğum için, kendi kararlarımdan korktuğum için kendi kararlarımı erteliyorum. Örneğin kendime yetersizsin diyorum, yapamazsın, kaynaklar yetersiz diyorum, hem gitsen ne olacaksın ki diyorum ve ben duruyorum. Ben kendimi durduruyorum, ama işin garibi içimdeki asi kız asla bu dediklerime, bahanelerime inanmıyor. O hep karşı çıkıyor bana.
İyi ki de öyle yapıyor, denemeden bilemem. Kendine mükemmelliği yakıştıran bir insandım ben. Son zamanlarda anladım ki kendimden fazla şey beklememe gerek yok. Olduğum kadarı bile harika zaten, daha fazlasını istemek ise potansiyelinin farkında olmakla ilgili. Farkındayım.
Geçen gün "Geleceğe Tümceler" adını verdiğim deftere baktım. Uzun süredir bir şey yazmamışım bu deftere ama önceki yazdıklarımın hepsi gerçek olmuş. Aldığım maaşa kadar hepsi aynı çıkmış. İster çekim yasası de ister başka bir şey. Benim istediklerim er ya da geç oluyor. Bu nedenle bundan sonrasına elimde hiçbir şeyim olmasa da çok olumlu bakıyorum.
Herşey bir karar vermekle ilgili o kararı vermek için kendimi asla sıkmıyorum, bu takdir edilesi bir durum. Kendime baskı yapmak sonuç vermedi. Bir şeye karar vermek için o şeye önce çok çok inanmak lazım. Ben artık kendime inanıyorum. Kararımı vermedim hala ama çok yakın hissediyorum. Sanki her gün yeni bir ben oluyorum. Bu değişimimi seviyorum. 2010 yılı bana, aileme çok şey öğretti. Ben biraz daha büyüdüm. İçimdeki çocuk bir ara öldü, çocukluk gülümsemem gitti sandım. Kendimi susturdum ne yazı yazdım, ne doğru dürüst kitap okudum. Kendimi tanıdım, tahammül sınırlarımı keşfettim.
Katı bakış açımı bir kenara atıp ikinci şansların olabileceğine inandım. Hayatta yaşadıklarım beni esnek yaptı, çok üzülsem de isyan etmemeyi öğrendim. Bu hayat öyle bir sahne ki sen gidince geriye sadece dudaklardaki söz, beyinlere yer eden anılar kalıyor. Yakınlarına "Başın sağolsun." diyorlar, "Şöyle iyi bir insandı, şunu yapmıştık, bir keresinde...." gibi cümleler kalıyor senden geriye.
Yani demem o ki sen kendi hayatını sadece kendin için yaşıyorsun. Başkalarına yaşattığın onların hayatına dokunduğun anlardan ibaret. O nedenle de eğer kimse için yaşamıyorsam bu benim hayatımsa her hatam, her günahım, her doğrum benim sadece. Kimsenin ne düşündüğü umrumda değil. Benim yerime verdiğiniz kararlar sizin kendi hayatınızı etkileyen kararlar mesela. Annem ve babam boşanınca bundan onlardan daha az etkilendik biz. Hayatlarımıza dokundu bu kararları.
En yakın arkadaşım bildiğim biri bana kör kütük aşık olduğunu söylediğinde ve o süreci yaşadığını iddia ettiğinde de haberim olmadı. ,Eski bir sevdiğim dört beş ay boyunca beni düşünüyor olduğunda da. Hayatıma dokundular sadece, ama benim hayatımın bir parçası olamadılar. Benim hayatımı benim olaylara nasıl baktığımı göremezsiniz. Ben de sizinkini bilemem. Ben de sizinkine sadece dokundum demektir bu. Birbirimizi tanıyor, anlıyor sayılmayız.
Şunu bilirim sadece insanın yaşadığı veya yaşadığını sandığı yaşam ve ölüm arasında bir boşluktur. Doğduğun andan itibaren simetri var hayatında, düşünsene ilk nefes aldığın anda anne karnındaki yaşamın öldü, birileri sevindiler, sen ağladın. Hep tezat hep. Annenin rahmindeki yaşamın bitti, orada ölüsün artık ama birey olarak yaşamaya başladın. Her nefesin bir doğum anı gibi, her nefes verişin bir ölüm. Ahenk bu işte al sana simetri. Muhtaçtın birilerine büyüttüler seni, sonra yine o sevgiye muhtaçsın. Tek fark ise karşılıksız sevgi bulamayacak olman. Hep bir beklentileri olacak insanların senden, annen-baban-ağabeyin-ablan-kardeşin-yakın akrabaların değil hiç kimse. Sen de onlardan bekleyeceksin bir şeyler. Düşünsene kendimizden bile bir şey beklediğimizde sıkılıyoruz ve asla yapamıyoruz. Bu demek oluyor ki biz aslında sevmeyi de beceremeyiz. Ben bunu öğrendim, beklentisiz olmayı birinden bir şey beklememeyi ama istediklerimden de vazgeçmedim asla. Yoksa neden düşünüyoruz neden konuşuyoruz. Beklentisiz olmak herkesi öylece kabul et demek değil ki, insan seviyorsa bencilliğini bir yana bırakıp biz olma bilincindeyse değişebilir de. Bunu başarabilmesi için kendine yön vermiş olması gerekli. Hayatına yön veremez yoksa. Ben bunları öğrendim son zamanlarda ve bu nedenle de çok keyifliyim. Binbir renk var hayatta. Hepsi de çok özel, ayrı güzel, ayrı bir öğretici. Beni büyüten çok şey var, ama ben büyürken kendime söz verdim asla ve asla küstah yetişkinler dünyasının esiri olmayacağım. İçimdeki küçük çocuğa sözüm var çünkü, hep gelişebilmemi onun esnekliğine borçluyum. Bunu biliyorum onu o şekilde muhafaza etmek çok zor bazen. Çünkü kandırılması kolay, hemen seven, hayalci, çok fedakar ve sevilmediğini hemen anlayan, huysuzlaşan birine dönüştürüyor sizi. Yani saydam kalıyorsunuz etrafa göre. Muziplik ve hazır cevaplılığınızla da bazen hoş karşılansanız da çok bilmiş tavırlarınızla da ukelalıkla suçlanabiliyorsunuz.
Ne diyorduk hayatıma yön vermek. Fikrinizi alsam da, destek istesem de, bir tatlı söz duymayı beklesem de aslında hayatıma yön verecek olan benim. Çocukça korkularımı çocukluktan beri kurduğum hayallerin engeli yapmaktan vazgeçiyorum. Hayatıma çocukça bir cahil cesareti ile tüm sorumluluklarımın da bilincinde olarak yön vermeyi seçiyorum.
Yaşadıklarımı sadece kendim için yaşıyorum, dünya çok göreceli. İstediklerim konusunda da esneğim, öğrendiğim dersler ağırdı. Bunlar hafiflememi sağladı.
Yazıya başlarken neredeydim şimdi neredeyim. Aslında hepsi aynı şey, bu soyutlukta nasıl oluyor da hayallerinizle yaşadıklarınızı birbirinden ayırabiliyorsunuz.
Biraz hayal edebilirseniz benim gibi hayallerinizi yaşadığınızı göreceksiniz.
Her yazı yeni bir yenileniş benim için. Herkese içindeki dökmek, güç gösterisi. Savunmasız kalmaktan korkmamak, paylaşabilmek.
Düşünsenize neden insan konuşmak varken yazmayı seçer?İnsanlık tarihinde en güzel icat bence yazı. Çünkü hem konuşursun yazarken hem okursun, hayal edersin, parçalar ve bölersin fikirlerini ve toplaman gerekir aklını, çıkarmak gerekir içini acıtanları. Üzer bazen, çok fazla üzer. Yazmak kurgulamayı gerektirir, karar vermeyi ve uygulamayı. Bu nedenle bu yazıyı yazıyorum. Yazarken inanmaya başlamak için, karar vermek için.

Yazmak insanı iyileştirir,ehlileştirir, uzlaştırır, büyütür, insanlaştırır. Yazı da sonunda ölür. Nefes alarak başlatırsın, yaşatırsın cümlelerini. Her cümle kendi içinde ölür. Sonra bakarsın ki hayatına giren insanlar gibi kimi cümleler uzun, kimi cümleler kısa kalmış. Bazıları tek başına bile anlamlı, bazıları bütünün içinde bile anlamsız. İnsan yaşamında ansızın beliren hayatlar gibi aslında, bir cümle yazının orta yerlerde seninle yaşamaya başlar, sonra o cümleyi yazının bütününde hatırlamazsın, çıkarırsın anlam kaybolur veya anlam eksilir; işte o tarz insanlar da olur hayatımızda. Kişi kendi hayatını yaşasa da bizim hayatımızda ölmüştür, başka bir hayatta anlam kazanmıştır muhtemelen. İşte benim bu yazımda da bazı insanlar bazı cümleler var. Çoğu da artık bir başkasının yazısında anlam kazanacak.
Özetle yazı hayat gibi, hayatıma bu nedenle yazılar yön veriyor hep. Hayatıma yön vermek istediğimde yazıyorum, yazdıklarımı da yaşıyorum.


Esra YILMAZARSLAN 22 Ağustos 2011
Bunlar 05.20-06:20 arası aklımdan geçen cümleler bütünüdür. Çok anlamlı ve tutarlı değiller muhtemelen. Bir hatırlatma 19 Ağustos'ta ayağıma demir battı, ağrıdan uyuyamayınca da bu sabah bunu yazmaya karar verdim.

1 Mayıs 2011 Pazar

Benim Gerçeklerim Bunlar

İşin aslı bambaşka. Ben kendimi çözmeliyim önce. Kimseyi suçlayamam. Mesela dün baktığım çocukluk fotoğraflarımdaki mutluluğu bana hanginiz verebilirsiniz? Daha da ötesinde anlayabilir misin sen benim kalbimin büyüklüğünü? Evet kocaman kalbim ve ona göre acısı da büyük...
Kaybetmek ne kadar zormuş çocukluğunu, o mutlu günlerini. Ellerinden kayıp gidiyor çocukluğun bir anda. Usul böyle giden gider ama işin aslı bambaşka aslında.

O kadar kızıyorum, ama anlıyorum da. Bir tek ben anladığım için de içim daha çok acıyor her defasında. Ne kadar yalnızız o resimlerde aslında. Herkes bir arada ama yalnızız işte. Şimdi anlıyorum neden topluca çektirdiğimiz resimlerin daha az olduğunu. Anlam yükledim ben çocukluğuma ve aslında çocuk kalamadığıma üzüldüm ve kendime acıdım dün. Ne acı ki kendime acıdım ben. O küçük kız çocuğu nereden bilecekti başına gelecekleri, en çok güvendiği dünyanın başına yıkılacağını, bu yaranın onu çok ağlatmayacağını ama büyüyünce de geçmeyeceğini izinin mutlaka kalacağını. Çocukken çok hayal kurardım, hala kuruyorum ve bu nedenle içimdeki çocuk hala bazen çok mutlu bazen de çok üzgün olabiliyor, çünkü o olgun bildiğiniz Esra kadar gerçek, hatta ondan daha samimi çoğu zaman.

Benim çocukluk gülümsemem çalındı. Bir zamanlar kendi hayatımı yaşardım ama artık kendi hayatımı yaşayamam. Sorumluluklarım var benim, kimse bana yüklemedi bu sorumlulukları ama biz kardeşimle sahipleneceğiz tüm sorumluluklarımızı. Bunu şimdiden görebiliyoruz.

İyi ki kardeşim var benim. Evet, iyi ki o var çünkü o olmasaydı ben asi, aşırı başına buyruk ve incitmekten korkmayan biri olurdum. Ben vahşi olurdum, kardeşim benim ilk sorumluluğum bu hayatta. Ben daha küçüktüm onunla tanıştığımda onu tam 9 ay bekledim. Bana annemin karnından kocaman bir bebek getireceğine inandım o 9 ay boyunca. O doğduğunda bana gerçekten kocaman bir bebek getirdi. İlk hayalkırıklığımı bebeği babamın aldığını duyunca yaşadım. Babama çok üzülmüştüm, ben üzüleceğim diye annem ve babam bana bir bebek almışlardı. 3 küsür yaşımdaydım ama anlıyordum işte bunları, benim kardeşimi kıskanacağımı sanmışlardı. Ben onu çok fazla kıskanmadım hele ilk zamanlarda hiç kıskanmadım, o benim bir parçamdı, o benim canım kardeşimdi.

Onlar bana sorumluluk yüklemediler hiçbir zaman ama ben kardeşimin yüzünü ilk kez görünce anladım ki o benim sorumluluğumdu. Bazen onu da çok incittim, ergenlikte az kavga etmedik. O da beni incitti. Biz çocukluğumuzu birlikte yaşadı, ikimizin de çocukluk gülümsemesi çalındı. Geçenlerde o bir yazı yazdı bloguna bende kayış o zaman koptu. Çok üzüldüm kardeşime, kendini ifade ediş şekline. Yalnız değilsin demek için yazmak istedim bu yazıyı ben aslında. Her zamanki gibi neyse o anlatıyorum işte. Ben asiydim, o mülayimdi. O üstü kapalı anlattı, ben direkt anlatıyorum.

Bodozlama tam da bu işte. Gerçeklerimiz bu ne yapabilirim, yalınlaştıramam çünkü içimden gelmiyor.

Kardeşim olmasaydı çok zor atlatırım ben bugünleri. O hiçbir şey yapmasa da varlığı, neşesi bana yetiyor. İyi ki bir kardeşim var. Çok şey yazmak istiyorum aslında ama bilenler için yazdıklarım yeterince üzücü oldu zaten.

Ara sıra yazarak atardım tüm stresimi o kadar garip hissediyorum ki son 2 senedir. Önce bir hayalkırıklığı yaşadım 1 sene önceydi canım asla bu kadar yanamaz bir daha dedim.Kaç ay atlatmaya çalıştım, şimdi gülüyorum saçmasapan bir şeydi. Sonra 4 Mayıs'ta dedemi kaybettim, sene 2010. İlk defa birinin ölmesi bu kadar canımı acıttı, ilk defa babamın yalnızlığına aşırı derecede üzüldüm. Annemi yaptıkları için bir kez daha takdir ettim, ona hep dua ettim. İkisinin de iyilikler gelsin hep başlarına diye. Acaba onlara layık bir evlat olabilecek miyim diye kendi kendimi üzerdim ben. Biliyorum şimdi ikimiz de; yani hem Tuğba hem ben iyi evlatlarız. Diyorum belki de benim dualarım kabul olmuştur, böylesi daha iyi olmuştur.

En son hayalkırıklığımı açıkça yazmak gereksiz ve yersiz. En azından artık yazabiliyorum bu da bir aşama benim için. Kendimi açıklamam gerekli bir şekilde. Yazmak güzel, beni iyileştirecek biliyorum.

Yazmak istemiyordum ben tam 2 sene olmuş oysa ben konuşarak, yazarak, eğlenerek, düşünerek ve irdeleyerek ben oluyorum. Ben demek ki kendim olamıyorum ne kadar zamandır. Yazmak da birşeyleri oldurmak aslında. Ben neyi planladıysam ve yazdıysam bir yerlere gerçek oldu şu ana kadar. İki senedir hayatımı planlayamıyorum, tam olarak olmasa da ben yerimde sayıyorum aslında.

Ben yapabileceklerimden korkuyorum çünkü. Baskın olan çekip gitme isteğimden korkuyorum, geride bırakabilme potansiyelimden korkuyorum. O nedenle ben hep konuşuyorum iki senedir, ne eyleme geçiyorum ne de vazgeçiyorum hayallerimden. İçimdeki potansiyeli biliyorum ve kendim inandığım şeye artık inanmamak için zorluyorum kendimi. Kalmam lazım burada diyorum kendime, asilik yapmamam lazım ve gitmemem lazım. Çünkü benim sorumluluklarım var diyorum. Durmak için bahaneler üretiyorum kendime. Hep çok neşeliyim ama eskiden neredeysem oraya gidiyorum yine.

Kendimi takdir etmiyorum mesela, başardıklarım başkaları için büyük şeyler belki ama benim içimdeki Esra'ya göre hiçbir şey başaramadım. Ben kendimi neden bu kadar sıkıyorum neden rahat bırakmıyorum kendimi hiç? Tekrar sorguluyorum kendimi. Bunun için o kadar mutluyum ki demek ki ben artık kendim olmaya başladım. İyi olacağımı ve daha iyi yerlere geleceğimi hissediyorum.

Ben ve kardeşim kendimize layık bir insan olmayı öğreneceğiz. Bunu önce ben öğreneceğim ve kardeşime de öğreteceğim. Bu bizim en büyük sorumluluğumuz olacak hayatta. Bugün kendimi çok seviyorum dedim bir arkadaşıma bana güldü ama ben çok ciddiydim. Bunu kendine itiraf edemeyen hayatını başkaları için yaşayan o kadar insan var ki ara sıra bunu birilerine söylemek lazım. Çünkü inandırıcı olması için işitmek de gerekli.Ben kendime layık yani kendimi görmek istediğim yerde bir insan olmak istiyorum. Bunun için kendime sorumluyum ve ilk defa burada kendim çok isteyerek kendime karşı bir sorumluluk alıyorum.

İnsan kendine karşı sorumludur yaptıklarından çünkü insan ne olursa olsun yalnız bir varlıktır.

Eskiden beni anlayan biri olsun isterdim yanımda. Ben artık beni anlayabilecek bir insan olsun istemiyorum yanımda, ihtiyaçlar için seveceğim biri olsun istemiyorum hayatımda veya benden üstün gördüğüm ve vasıfları için takdir edeceğim biri olsun da istemiyorum. Kusurlarına rağmen sevebileceğim ve beni kusurlarıma rağmen sevebilecek biri istiyorum. Etiketlere değer vermiyorum ben, benim kendim gibi kendine karşı sorumluluk alabilen insanlara ihtiyacım var yanımda. Mümkünse de diğerlerini hayatımda istemiyorum.

Benim gerçeklerim bunlar kardeşim, senin de kulağına küpe olsun. Senin yazdıkların bana neler yazdırdı, yazıya başladığımda ne demiştim çocukluk gülümsemesi çalındı ama bilge gibi gülüyoruz artık bence ne dersin?


2 Mayıs 2010

Ablan Esra Yılmazarslan

8 Şubat 2011 Salı

"Fil Yutmuş Yılan" ve Şapka, evet ben de büyümedim!!

Bastırmak istemiyorum isyanımı. Benim gibi olanların azaldığı bu dünyada ara sıra eşsiz hissediyorum kendimi, ama sonra ne çocukça olduğunu anlayıp gülümsüyorum kendime. Çelişki belki de hem büyük düşünceleri olup hem hala çocuk hissetmek.
Anlaşılmak mı amacım, sanırım bu da değil benim hayattan beklediğim. Hayatı da geçtim, büyük kelam etmeme gerek yok, kendimden beklediğim de bastırılmışlık değil.
Çocukken düşünmeden ve cevapların doğruluğunu fazla da önemsemeden tonla soru sorardım, hala soruyorum ama soruların niteliği değişti ve herkesin dediğini önemsemediğim için bazı sorularım yanıtsız bırakılıyor. Çünkü bir şey ya net bazılarının dünyasında ya da değil, fluya yer yok ya siyah ya beyaz... Diğer renkleri de unutmuşlar, ışık prizması hediye etmek istiyorum o zaman onlara, sonra boşveriyorum. Aykırı olmamalı onlardan biri olmak için, sürüye uyuyormuş gibi yap, ama bildiğini oku. işte bana ters olan bir durum, nereye kadar sorusu beynimi karıncalandırıyor, sonra diyorum "Sen zekisin kızım uyum sağla ortamlara." ve en tehlikeli halim de bu kendimden korkuyorum "Oscar"lık oyuncular halt ediyorlar o anda yanımda.
En güzeli de hayal kurmayı asla bırakmamam, tebrik ediyorum hayal kurdukça kendimi. En büyük terapi yöntemi, realite de bir kurgu zaten ahh şunu anlayıp hayal kursanız biraz,
hayallerimin hayal olduğunu sanki bilmiyormuşum gibi her salise bana hatırlatan, evet evet siz rasyonalist geçinen büyümüş de büyürken gözümde küçülmüşler. Siz hiç Küçük Prens okumadınız mı? Büyüklerin dünyasında küçük, yalnız hissetmeyi ve terk ettiğiniz bir güle, ellerinizle büyüttüğünüz düşlere veda ettiğiniz için ölmeyi göze alamazsınız o halde. Bilemezsiniz içimdeki isyanın boyutunu biliyorum, hayal etmeyi unuttuğunuz ve dolayısı ile empati yapamadığınız için.
İsyanım var ve asiyim evet, anlaşılmak istemiyorum dedim ya, zaten anlamadığınız için kendi isyanımı bastırmak bu farkındayım, buna karşı olsam da zekam bunu gerektiriyor, uyumsuz olmaya gerek yok, ben hayal kurduğumdan empati de yapabiliyorum. Sadece hassasım ve üzülüyorum büyükler dünyasına. Çocuklar gibi düşünebildiğim için de çok sevinçliyim, her hesabı düşünmeden hareket etmek, çıkarları minimumda yaşamak güzel çünkü.
Hala içimde bir çocuk var ve yaşım büyüse de sizden farklı olarak fil yutmuş yılanı görmeye devam edeceğim.
Keşke siz de Küçük Prens okusaydınız..

Esra Yılmazarslan 09.02.2011 00:31

KENDİME

Bir kara bulut...
Başımda!
Asılıyım ve boşlukta...
Yağmur yağdı,
Yağacak daha...
Akar gözümden yaş,
Düşmez yere her damla...
Birikir içimde bir deniz...
Kimsesiz ve üstelik çaresiz!
Kalırım seller altında...
Su artık omzumda!
Boğulmama var, az daha...
"Elveda!" der bulut,
"İç ve hemen dünü unut!"
"Kopsun fırtına, bırak akışına..."
"Su bulur kendi yolunu,
Gözyaşların da boşuna!"

ESRA YILMAZARSLAN 04.04.2008

İSTİSNA

Ağla sevgili...
Yarına odaklandıysa sözler,
Yalnızlıklara takıldıysa gözler,
Veda edildiyse aniden...
De ki :
"Sonsuz değiliz!"
Böyle acıyacak;
Katlanacağım,
Katlanacaksın..."
İstisnasız soluk aldıracak hayat!

Ağla sevgili...
Karşımdasın yabancı halinle
Aşkın karanlık metaliyle
Metamorfoz geçirdiysek aniden...
Derim ki:
"Alın kanatlarımı!
Özgürlüğüme alışacağım...
Ben uçacağım,
Sen uçacaksın."
İstisnasız uzaklaştıracak hayat!

Ağlayalım ...
İstisnasız geçmişi özlüyorsak,
Yaşlar hala kurumadıysa...
Bencil ve ruhsuz çehrelerle,
Boş ve soğuk yataklarla,
Yüzleştiysek ve hatta
İstisna olmuşsak bilmeden!

Kötülerin iyisi
İyilerin kötüsü
Zamanın kısır döngüsü
Ellerimize kelepçe,
Ayaklarımıza pranga olmuşşa...
Kavramlar karışmışsa hepten,
Yokluğunda yaklaştırdıysa ayrılık...
Yokluğunsa var oluş nedenin,
Seni çoğaltan benim eksilmemse...
Ağlamalıyım...
Sadece ben, kendim!


.........ESRA Yılmazarslan.........
9.7.8

MASALIM

Ne geçmişin gölgeleri,
Ne geleceğin imgeleri,
Durdu zaman önce..
Önce acıdı,
Sonra kanadı,
Kabuk bağladı.
İyileşti birden!
İz kalır demiştim
Aşk bilgesi ben!
Gölgesi yoktu ki,
Üzerimdeymiş öğle güneşi
Yok gölgesi
Güneş tam üstümde.
İmgesi olmadı ki,
Gelecek artı sonsuz
Her imkan benimle
Yaşamayı seviyorum borçsuz.


Zaten aykırı değil miydi hikayem?
Sordum kendime soruları:
"Hani ninelerin anlattığı masallar,
Ben küçükken annemden duyduklarım,
Böyle miydi masallarda?"
"Önce kötülük
Riyakarlık
Eziyet
Adaletsizlik
Kurmacalar
Yok muydu anlatılanlarda?
Sonraları dostluk
Göründüğün gibi değil
Olduğun gibi olmak
Değişmek ve beklemek
Erdem,sadakat
Uygun anları yakalamak
Sonra doyabileceğin kadar aş
Hoşgörü,merhamet
Aşını paylaşacağın aşık
Gelmez miydi masalın sonunda?"

Birden dirildi gerçek
Beynim diridir benim,
Hınzırca gülümsedim:
Masallar kötü başlar,
Masallar iyi biter
Kuralı buydu
Masal sandığım hikayeler
Başı hep iyi,güzel giden
Sonu kötü,çirkin biten
Kuralına aykırı durdu
Yanıldım, aşk bilgesi ben!
Uymadı masalım gerçeğe

Boşa gitse de tasarılarım
Dolu da olsa anılarım
Hınzırca gülümsedim,
Kötü dediğim bitişler
Zamansız gidişler
Masalımın başlangıcı!
Sonu mutlu bitecek
Anlıyorum, daha yeni
Güneş tam üstümde
Artı sonsuz umut pırıltısıyla!
Eksildim, eksi sonsuz
Gereksiz söz angaryasıyla!
Simetri ve denge ...
Olduğum gibiyim
Masalımda gitti kötüler
Gelecek bilirim elbet iyiler
Hınzırca gülümsedim,
Göz kırptım imkanlarıma
Güneş tam üstümdeydi
Sonsuz aydınlık,
Masalımın başlangıcıydı daha...



Esra 27.10.2009 :) (bir ayrılık sonrası notlar bilmem kaç!!)

Schopenhauer'i Algılamak

Son günlerde Schopenhauer’le ilgili yazmak vardı aklımda. Onu algılayış biçimimi, anladıklarımı doğru şekilde tasvir edemeyeceğimden korktum,yazmayı erteledim.

En etkilendiğim sözü şudur: “Der Mensch kann was er will, er kann aber nicht wollen was er will.Kişi istediğini yapabilir, ama ne isteyeceğini isteyemez." Yıllar boyunca üzerine konuşabileceğiniz bir cümle, en azından benim için öyle.

Onu zaman zaman kendime de benzettiğim oldu. O da benim gibiymiş az da olsa; mutlu hisseden, memnun olan biri değilmiş. Nietzsche’nin, Freud’un üzerinde de büyük etkileri olmuştur ki; bu tamamen ayrı bir yazı konusunu oluşturur.

O benim algılayışıma göre gerçeklik üzerine kafa yormuş bir filozoftur.”The World As Will and Representation” beni çok etkilemiştir.(İstenç ve Tasarım Olarak Dünya diye çevrilebilir fakat ben istenç yerine “irade” yi kullanmaya alıştığımdan irade diyeceğim.)

Ona göre gerçek iki biçimde vardı:
1. İçsel arzularımızı yansıtan irade .
2. Zihnimiz dışındaki fikir ve imgelerden oluşan imgelem(tasarım).

Budizm gibi doğu felsefeleri ile bağdaştırılabilen bir görüşü olduğunu sıklıkla okumuş olsam da bunu pek anlayamamıştım. Bir ay kadar önce Soner /Budist bir arkadaşım “Acı çekmek yalnızca arzuların bertaraf edilmesiyle sona erer.” cümlesini kurduğunda okuduklarımı da kavramış oldum. Sonra birlikte saatlerce Schopenhauer muhabbeti yaptık. Okuduklarım onun fikirleriyle pekişti. Bu yazıyı ilk sen okudun Soner ödülün bu!

Özetle yaşamı acı dolu hale getiren içsel duygularımızdır, kurtuluşumuz sadece iradeden kaçarak gerçekleşir. Bedensel zevkler,tutkular, hisler bizi esir eder ve adaletsizliği, kötülüğü yani acı varsayılanları beraberinde getirir ve tetikler. Çünkü insan doğasında talep etmek vardır , bu içsel arzuların talepleri karşılanmazsa insan mutsuz olur. Bu görüşü Schopenhauer’in karamsar damgası yemesine neden olmuştur.

Tüm sıkıntıların ve üzüntülerin iradeye bağlı olduğunu açıklamak gerekirse milyonlarca örnek verilebilir. Bir bebek açsa ağlar ve mutsuzdur, yemek talep eder ve yediğinde isteği tatmin edilmiş olur ve susar. Kısmen mutludur, ta ki altını kirletene kadar. Kısaca olay benim anladığım şekliyle şundan ibaret; tatmin edilmemiş bir arzu bizi özlemle dolu olarak bırakır ve tatmin edilen bir arzunun yerini bir yenisi alıncaya kadar can sıkıntısı yaşarız.

Ona göre iradenin etkisinden kurtulmak istiyorsak estetik ve sanat bu konuda bize yardımcı olabilir. Sanat insana ayna olur ve asıl isteklerimizi, kişiliğimizi unutturabilir bize. İrademizin egemenliğine son vermek için kendimizi unutabileceğimiz bir nesneye odaklanmalıyız. Buna şimdilerde “ estetik algı” deniyor.(Farklı şekilde de ifade ediliyor; mesela “algısal bilinç” , ama ben tercih etmiyorum.) Bu algı bizi saf yani içsel arzularımızdan arınmış bilgiyi deneyimlemeye götürecektir.

Schopenhauer’e göre insanların büyük kısmı -ben dahil- estetik algılama halinde birkaç saniyeden,dakikadan fazla kalabilme yetisine sahip değiliz. Bu nedenle Schopenhauer dehası denilen kavram günümüzde çok sık görülmüyor.

Platon ile Schopenhauer’in yaklaşımlarını birlikte ele alan bir makale okumuştum. Plato dünyanın fiziki nesnelerden değil daha geniş anlamda soyut olarak var olan kavramları oluşturan evrensellerden meydana geldiğine inanıyordu. Bu evrenseller renkler,büyüklük,duygular gibi miyonlarca şeyden oluşur.Mesela şöyle açıklanabilir; bugün dünya yok olsa ve dünyayla birlikte mavi renk yok olsa, mavi renk varlığını soyut kavram olarak sürdürmeye devam edecektir.Mavi bir ideadır ve idealar aleminde yer alır. Demek ki Schopenhauer dehasında Platonik ideaları iletmek söz konusudur. Sanatın amacı da arzulara hakim olmak ve bunları iletebilmektir.

Bu noktada karşımıza subje-obje sürekliliği çıkıyor. Âlemin (dünyanın) özneler (insanlar) tarafından algılanan nesnelerden (şeylerden) oluştuğu varsayılırsa ve bir tarafta nesneler bir tarafta özneler varsa, bunların arasında uzayan bir çizgi düşünelim. İşte özne-nesne sürekliliği bu şekilde basitleştirilebilir.

Schopenhauer’e göre ilk grup sanat türleri; mimari,resim, heykel, edebiyat (özellikle şiir) nesne kutbuna yakındırlar. Bu sanat türlerinin hepsi kendine özgü irade ortamıyla sınırlıdır. Mesela mutluluğun resmi yapılabilir, ama kime göre ve neye göre ve nasıl betimlenecektir?! Bu ressamın algılayışını yansıtırken bizimkini yansıtmayabilir. Herkes yapmak istediğini yapabilir, ama ne isteyeceğini isteyemez. Aslında şiirden örnek vermek kendi adıma daha kolay olacak, ben şiir yazdığım için aynı sınırlayıcılıkla karşılaşıyorum. Bundan üç gün önce en maviyi tanımlamaya kalktım, betimleme yapacak sözcükleri bulurken zorlandım, beğenmedim. Herkese göre değişen göreceli bir algılayış var .Birinci grup sanat türleri ile algılananın mükemmel yansıtılması, taklidi söz konusu olamıyor. Yani bu açıklamayı John Locke ile bağdaştırırsam bilgi a posteriori yani deneyim sonrası elde ediliyorsa; o halde olabileceğim tek şey kendimim. Kendi algıladığımı yansıtabilmem bile bazen güç üstelik. Kendi algılarımla en maviyi kavrıyor olabildiğimi varsayalım; şiir yazarken algılarımı aynalayacak kelimeler bulamıyorsam, o halde kelimelerle sınırlandırıldığım için irademe olan köleliğim devam ediyor. Şiirle irademden kurtulamıyorum.
O, sanat türleri arasında en fazla müziğe saygı duyardı. Çünkü müzik soyuttur ve özne kutbuna yakındır. Doğal alemi kopyalayabilir müzik. Müzik özde evrensel iradeyi kopyalayan sanattır ve kendi kendini içerir. Soner bazı Budist keşişlerin bir müzik aleti ile haşır neşir olarak meditasyon yaptığından bahsedince bunu daha iyi kavradım.

Müzik yaşamın duygusal tarafının can sıkıntısı olmadan algılanmasına izin verir ve dinleyici estetik bilince ulaşır. Gitar tıngırdatmaya başladığımdan beri bunu daha iyi anladığımı sanmıştım, ama yanılsamaymış. Müzik acıdan arınma, içsel arzularımızdan korunma yoluymuş kabul, ama ben bunu dans ederken daha iyi kavradığımı fark ettim.

Sonuçta insanın bilinç altında yatan kalıplaşmış düşüncelerden sıyrılması zordur. İrade kontrolü zordur, nesneleri aynalaması zordur. İçinde Schopenhauer dehası olmadıkça… (Bkz. Mozart, Beethoven, Vivaldi,Menuhin…Liste uzatılabilir daha, ama hepsi de nesneye konsantre olarak dehalarını sergilemiş insanlar. İrade kontrolü sağladılar mı bilemeyiz an itibariyle, ama deha oldukları konusunda dünya hem fikir.

Benim yorumuma göre ise Schopenhauer’in dediklerini yin –yang ile bağdaştırabiliriz. Çin felsefesinde yin-yang; insanların doğadaki olayları algılayışlarında karşılaştıkları ve evrendeki her nesnede bulunduğuna inanılan doğal karşıtlar olarak açıklanır. Yin gecedir; edilgeni, karanlığı, dişiyi, olumsuzu ve tüketimi betimler. Etkeni, aydınlığı, olumluyu,erili ve üretimi betimleyen yang ise gündüze karşılık gelir. Bunlar sürekli mücadele halindedir ve birlikte bütünü yaratılar. Bu sürekliliğin sağlanabilmesi içinse her yang biraz yin barındırırken her yin de biraz yang barındırır. Bu aslında kişinin kendi ile mücadelesinin bir sonucu olarak görülür. İrade ile mücadele etmemiz gerektiğini söyleyen Schopenhauer felsefesinde istekler kendini bir zorunluluk olarak gösterir, ki bu onun düşüncesindeki kötümserliğin ve karamsarlığın kaynağıdır. İnsan, tamamen kurtulamayacak olsa da iradenin emrine boyun eğerek acı ve kederden kısmen kurtulabilir. Bu nokta Schopenhauer'ın düşüncelerinin belirli ölçüde, kaderciliğin ağır bastığı Doğu felsefelerine yakınlaştığı söylenebilir. Schopenhauer'a göre; birbirlerini en çok teshir edenler (büyüleyenler) birbirlerini en çok tamamlayanlardır, kısaca yin-yang yani.

Bana göre müzik veya hangi sanat dalı olursa olsun yin-yang çatışmasını içinde barındırır. Schopenhauer dehası değilim, ama onun 19. yüzyılda ileri sürdüklerinden 21. yüzyılda hala etkilenen bir bireyim. Farkındayım ki, kelimeler onu nasıl algıladığımı anlatırken beni sınırlıyor. O halde şundan emin olabilirsiniz ki onun hakkında yazdıklarımdan fazlasını algılıyorum aslında…

Aslında şiirle anlatamamaya çok güzel bir örnek geldi aklıma tam da şu anda ki ne kadar anlatamadığı tartışılır, göreceli çünkü. Teşekkürler Orhan VELİ. Böyle kendini kabul ettirmiş bir üstadın bile algıladıklarını anlatmaktan aciz hissetmesi, beni çok etkiledi.

ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.



------------ ESRA YILMAZARSLAN -------------------5 KAsıM 2008